21 Haziran 2014 Cumartesi

ELİF SOFYA ile KİTAPLARI ve ŞİİRİ ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ / Elif Sofya - Hasan Güçlü Kaya



1. Öncelikle kitaplarınızı daha önce okumamış okurlarımız için bir tanıtım yapmak istiyorum. İlk kitabınız ters düşünce, Komşu Yayınları tarafından 2005’te; ikinci kitabınız Düzensiz, Pan Yayınları tarafından 2010’da yayımlandı. İlk kitabınızla başlamak istiyorum söyleşiye. ters düşünce’nin çatısı, Fedor’a gösterilen, Fedor’un tarafsızlığı, Fedor’un ağzı, Fedor’un dili, Fedor’un dudakları, Fedor’un dansı, Fedor’un işareti ve Fedor’un sesi bölümlerinden oluşuyor. Fedor’un her bölüm için üstlendiği bir simgeselliği ve kaotik şiir manifestonuzu göz önüne alırsak belki de belli bir simgeselliği kırmak, onu imgesel olana iade etmek adına üstlendiği bir işlevi var gibi. Tüm bölümler için ayrı bir sorum olacak ama öncelikle genel olarak Fedor’un ters düşünce içinde işaret ettiği şey nedir diye sorarak başlamak istiyorum.
ters düşünce’de yer alan Fedor  şiirlerinin tümünü çok kısa zamanda ve hızla yazmıştım. Onlar öylece bir kütle gibi bana çarpıp geçtiler. Kitabı oluşturma aşamasında, diğer şiirlerle aralarında hem bir kapsayıcılık hem de ayrılık olduğunu fark ettim. Fedor’ların kapsayıcı yönünü vurgulayacak bir yerleştirme ile şiirlerin bölümlenmesi, sadece kitabın bütünlüğü içinde Fedor’ların ayrı düşmesini önlemek içindi. Ancak bu titiz düzenleme sonunda ortaya, amaçlanandan çok başka, çok fazla ve çok sağlam bir yapı çıktı. Her bölümde yer alan şiirler o bölümün Fedor’unu açımlayan bir işlev kazandı, her Fedor da kendi bölümündeki şiirlerin fragmanına dönüştü.
2. Fedor’a gösterilen’de bir çıkış, dışarıya çıkma rehberliği yapıyor gibisiniz:
Hadise başkaydı Fedor
Gözlerini iyi aç da gör
Kesintisiz bir orman ağzı
Açılıp kapanırken üfleyerek
Derinlerini önüne sermişti
Çipil gözlerinle gör
Kelimelerin hızı üzerineydi
Hadise başkaydı Fedor
Ne yavaşlık ne de dilimleriyle yalnızlık
Ne de saatler öncesiydi bu.
Kokusuzdu.” (Fedor’a gösterilen, s. 7)

Bunu takip eden şiirlerde Anımsama ve Yakut’ta “sen” diye seslendiğiniz persona, Korku’yla birlikte birden birinci tekil şahıstan, sizin dilinizden konuşmaya başlıyor.

Ateşe bastırıp ağzımı
İğneler kırıp avcumda
Vaktimi aldım çekildim
Korkusunu bitirmiş bil beni” (Korku, s. 10)

Ve ardından adlandırmaya, ada karşı bir şiir geliyor:

Üstümüze süt rengi atlar yürüsün, boşver
Yeter ki adımızı unutsun tanrılar” (Kaçış, s. 11)

Ve yine Eğriler düz(lük)ler’de aynı karşı çıkışı tekrarlıyorsunuz. Ada, adlandırmaya karşı şiirinizin ve sizin duruşunuzu ilan eden şiirler bunlar. Ad nedir sizce? Neden ona karşısınız?

Adlandırılan her şey, kendisinden daha az olana mahkûm edilir, indirgenir. Şey’leştirmenin biricik yolu adlandırmadır. İnsanın doğadan, anlamdan, gerçeklikten kopuşunun kırılma noktasıdır ve bu kırılma uygarlığa giden yolun, yabancılaşmanın başlangıcını oluşturur. Doğada insandan başka hiçbir hayvan türünün böyle bir enayilik yapmadığını biliyoruz. Anlamın sahibi olmak için ona bir ad bulmak zorundayız. Spengler “ Bir şeyi herhangi bir adla adlandırmak, o şey üzerinde iktidar sahibi olmak demektir.” der. İşte bu iktidar kurma durumu, bizi aynı zamanda anlamın dışına atar, anlamın içinde var olmak ise ad’ı ortadan kaldırmakla mümkün olur ancak.

3. Fedor’un tarafsızlığı üç şiirden oluşuyor: Şaman, Kaf ve Hayâli işaretler. Bu üçlemeden özellikle ikisi adeta birbirlerini yok etmek üzere yan yana konmuş gibiler. Şaman’ın yerine geçen ve hem kelimeyi hem dili dansa, bedene tercüme eden personanın (Çölün bittiği yerde/dansını unutan şaman/gülerek ölüyordu ….. Post büründüm, dans döndüm/Yeni şaman ben oldum) Kaf şiiriyle birlikte birdenbire tekrar bir harfe dönüştüğüne, geri adım attığına tanık oluyoruz (Temiz bir el sürüklendi yüzümde. / Hiç bocalamadan geçti aynaya Kaf.) Böyle bir gerilime neden ihtiyaç duydunuz? Harfin ya da dilin bedenle alışverişi nedir sizce?
Bu üç şiir de, bazı dinî inançların örtülü izlerini taşıyor. Fedor’un tarafsızlığı başlığı altında yer bulmalarının sebebi gerçek bir tarafsızlık deklaresidir aynı zamanda. Gerilim, bu içeriğin yer yüzünde semboller üzerinden yayılmış ve binlerce yıldır yaşamı, var oluşu eksiltip kısıtlayan bütün unsurlarından ortaya çıkıyor. Harf de, dil de dünya’ya ait değildir, artık insan’ın da dünyaya ait olmadığı gibi. Beden ise sonuna kadar dünyanın bir parçası. Sembolik tahakkümün bedenle savaşında ortaya çıkan şeylerin en hafifi, psikiyatr, psikolog faturaları olsa gerek.

4. Ve ardından Fedorun dili’ne geliyoruz. Bu bölümdeki, Dış şiirinizden bir alıntı yapmak istiyorum:

Çok bakışlıyım çok başlıyım
dilimin yırtılan çatalında susuşum, mu dedin maestro
Gümüşrenk bir mentol içinde duruşun
Kollarını da uzat, saçlarını da uzat
Bu gam nereye doğru maestro
Susan ağzında iki çizgi gibi art arda
Doz: Biteviye, dışında durmalı dışın da.” (Dış, s.32.)

Bu bölümdeki diğer şiirlerde dil kadar susmak üzerinde de duruyorsunuz. Susmak nedir sizin için?
Dil, algımızın en temel şekillendiricisi ve sınırlayıcısı. Bir başka açıdan bakarsak; her dili konuşabilmek için önce öğrenmemiz gerekir, bu da dilin var oluşumuzun bir parçası olmadığının en önemli kanıtıdır. Dili kullanmaya başladığımız andan itibaren özgürlüğün olmadığı bir alana geçiyoruz, gramer dediğimiz hapishanenin içinde, “ifade özgürlüğü”, “konuşma özgürlüğü” zannettiğimiz bir yanılsamayı üretip duruyoruz. Oysa gramer varsa konuşma özgürlüğünden nasıl söz edebiliriz?
Ses ile anlam arasında sağlam bir ilişki vardır, ancak sözcükler anlamı gizlemek, üstünü örtmek için üretilmiş gibi görünüyor. George Steiner, “İnsan konuşması, açığa çıkardığından çok daha fazla şeyi gizler; tanımladığından çok daha fazla şeyi muğlaklaştırır, ilişkilendirdiğinden çok daha fazla şeyi birbirinden koparır” der. İnsan konuşmaya başladığı andan itibaren varoluşunun doğal gerçekliğine de ciddi bir hasar verdi. Eğer dil olmasaydı böyle bir dünyada yaşamazdık. “Susmak” bu nedenle hayati bir önem taşıyor.
5. ManifestonuzdaDil ile ifade edilenin ötesine geçmek, dilin imhasını gerektirir. Kaotik şiir, dile ihtiyaç duyulmayan dünyayı hedefler,” diyorsunuz. Dilin dil tarafından imhası nasıl mümkün olabilir?
Dil’in yarattığı yıkımı ortaya koymak için de görüldüğü gibi dile mahkûmuz. Sadece bunu fark etmek bile, kuşatılmışlığın dehşetini ortaya seriyor. Şiir yapısı gereği, yazan için de, okuyan için de sözcüklerden daha öteye gitme arzusunu yaratan özel bir alana sahip. Sesi kullanmak için oluşan bağımsız bir alan da dahil buna. Sözcüklerin yetersizliğini, sözcüklerden daha fazlasının var olduğunu yüzümüze en fazla çarpan, dilin tahakküm altına aldığı algıyı canlandıran, özgürleşme ümidini vaat eden en önemli yollardan biri şiir. Dilin imhası için bu yolu yürümek gerektiğine inanıyorum.

6. Fedor’un dudakları’nda: Yarasa, Fedor’un dansı’nda: Balık(çıl)lar şiirleri paralel bir izleği takip ediyor… Yarasa’nın körlüğü ve kelimelerle ilişkisi ile Balık(çıl)lar’da şairin körlüğü (Bakarsanız gözlerinizi bırakacaktınız / Baktınız.)… Görmeyi şiirinizle ya da genel olarak şiirle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Sözü geçen şiirlerden  Balık(çıl)lar’ daki “bakma” durumu, gösterileni reddetme eylemini de beraberinde taşıyor. Bunun bedeli, (dayatılmış olanı görmeye karşı çıkmanın bedelinden söz ediyorum) gözlerini bırakmak kadar ağır olabilir, olabiliyor.
Kendim için konuşmam gerekirse, gösterenle gösterilen arasında yaratılmış uzlaşımcı dizgeyi bozacak yapı ve söyleyişe sahip bir şiirin peşindeyim, gözlerimi bırakalı çok zaman oldu.

7. Fedor’un işareti’nde belirgin bir kötülük teması var, bunu şiirinizde çokça rastlanan  bedensel bir şiddetle birlikte işliyorsunuz:
Irmak beni bildiği gibi yapsın
Erisin yüzümün aydınlığı
Çünkü yazıklanmak boşuna
Kötü şeylerin olması lazım” (Kötü şey, s. 44)

Beni renginle boğazladın, kan.
İçime bir kötülük bıraktın.
Derinlere çağrılıyım,
Daha da gideceğim.” (Orman, s. 47)

Şiirinizde şiddetin yeri nedir? Neye karşı şiddet?
Şiddeti ne şekilde tanımladığımız çok önemli. Cinayet işleyen biri sadece bir kişiyi öldürdüğünü bilir, ancak bir devlete vergi veren sade vatandaş, bu yolla hayatı boyunca kaç kişiyi öldürdüğünden habersizdir. Dünyada şiddet eylemleri nedeniyle ölenlerin, eylemsizliğimiz nedeniyle ölenlerden daha az olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün. Ben, doğaya müdahalede bulunan kurum ve teknolojilere yönelik şiddetti çok önemli buluyorum, hiçbir canlının zarar görmemesi koşuluyla.

8. Ve son olarak Fedor’un sesi’nde bölüme adını veren şiir, çocukluk ve iyiliğe işaret ediyor. Çocukluğun şiirinizdeki yeri nedir?
Bir yeri var mı, bilmiyorum. Daha doğrusu olduğunu sanmıyorum. Sanırım ben, o “çocukluğundan beslenen”, “içindeki çocuğu öldürmeyen” yazarlardan değilim.
9. İkinci kitabınız Düzensiz’in ilk bölümünde dilden söze, kültürel kodlara doğru bir sorgulama, sorgulamadan da öte onları kırmaya, deşifre etmeye, tersine çevirmeye yönelik çok daha siyasi bir tavır içindesiniz. Sembolizasyon ağını kırmada şiirinizin silahları nelerdir? Biraz daha siyasi bir soru sormak da istiyorum: anarşizmle şiir arasında ne tür bir benzerlik var sizce?
Uygarlık,  doğa ve yaşam ile olan ilişkimizi son derece güdükleştirdiği için, sanatı telafi edici bir unsur olarak görüyoruz. Oysa  sanatın, özneyi nesneye, sembole dönüştüren yapısı, toplumsal tahakkümün içeriğini güçlendiren bir ortam sağlıyor. Yaratıcılığın, doğal özünden koparak, yapay yönlendirmeler üzerinden yürümesi, hatta yeni yapay kodlar üretmesi, sanatı düzenin sembolik yapısının temel unsurlarından biri haline getirmiştir. Uygar toplumda sanatı, sembolleşmemiş olana yöneltilen bir saldırı biçimi olarak görmek yanlış olmaz. Şiir ise sadece sözcükler üzerinden yürümez. Ses ve ritim, şiirin sembolik olandan doğal olana kaçabilmesinin firar kapılarıdır.
Demokrasi, temsile dayalı içeriği sebebiyle, daima yönetmeyi ve yönetilmeyi dayatır. Demokrasi, demokratik düzen dışında siyaset yapmaya izin vermez, bu bakımdan totaliterdir. Uygar dünya, tahakküm ve sömürü yöntemlerini, demokrasinin toplum için ideal ve vazgeçilmez bir yaşam biçimi olarak pompalanması üzerinden yürütür. Oysa insanların birbirleriyle tahakkümsüz biçimde ilişki kurabilmesi gerektiği düşünüldüğü anlarda anarşizm kendini ortaya koyar. Kendine ait imkânlarını araştıracak şekilde özgürleştirilmiş şiir de, düzenin baskı ve yönlendirmesinden kurtulmuş bir yapı taşır, hizaya girmez, üretilmiş kuralların karşısında durur, ‘Düzensiz’dir. Sistemden kopuşun bilincini taşıdığı ölçüde, şiir de anarşisttir.



10. İmge sizin için nedir?
İmge, ‘uzlaşma üzerine kurgulanmış metinler’ için, “güzel”, “steril”, “hoş” bir oyun hamuru olabilir, oluyor da. Uyumluluk kuralına bağlı kalınarak oynanan bu oyun, en katı konformist içeriğe sahiptir ve bu yapısıyla herkesi olduğu yerde tutar, anestezik bir etki yaratır. En temel duyguları sembolleştirme, sonrasında da kendi sembollerinin gerisine düşürme yeteneğidir. Hissedişin doğallığı, imgeler yoluyla kodların, klişelerin sınırlarına alınır ve zihinlerde, başka türlüsünün mümkün olabileceğine ilişkin çıkışları kapatır. Duygular artık birer nesnedir.
Üzerinde uzlaşılmış imge kalıplarıyla oluşturulan duygular kamusallaşır ve bir yetkinlik ölçüsü olarak kabul görür. Yarattığı göz boyama ve kandırmaca ile hayatlarımızın yapaylığını maskelemeye yarar, düşünceye çelme takar ve neyi nasıl hissetmemiz gerektiğini kodlayan, baskıcı bir bombardıman oluşturur. Sadece ve sadece kalıplar, kurallar, dizgeler üzerinde var olabilen imgesel söylemin bu yapısı, sahteliğinin de deşifresidir aslında. Duyguların doğallığını sakatlayan, hissedişi tek tipleştiren  unsurlarıyla, estetik hegemonyanın  daniskasıdır. Çünkü bu imgeler yoluyla sağlanan duygusal avuntu, gerçeklikten kopuşun ağırlığını göz ardı eder. Yarattığı simülasyon, gerçekliğin kamuflajından başka bir şey değildir. Yaşamak zorunda bırakıldığımız koşulların, akıldışı tahakkümünün devamı için, genel geçer imgelerin oluşturduğu simülasyonlar işe yarar. Kısacası, bu tarz imgelere yaptırılan akrobatik numaralar, vıcık vıcık klişe duygu boşalmaları ve bir tutam nostalji ile kuruluveren “şiirsel” söylem de, okurun önüne açılan üç kâğıttan başka bir şey değildir. Şiir, üzerinde uzlaşmaya varılmış imgelerin kıskacından kurtulabildiği ölçüde, pek çok dayatmanın karşısında da konumlanmış olacaktır.
11. Manifestonuzda “Kaotik şiirde tesadüflerin işleyişiyle ortaya çıkan sonuç, asla tesadüfî değildir,” diyorsunuz; bunu biraz daha açmanız mümkün mü?
Bunu ‘Kaos Teorisi’nin en bilinen açıklamasıyla anlatabilirim: Kuzey Amerika kıtasında bir kelebek kanatlarını çarptığında bir kaosa neden olabilir, örneğin Japon Adaları’nda bir tayfun ortaya çıkabilir. Tayfun ise dinamik yapısı belli olan ve davranışları önceden öngörülebilen bir olaydır. Başka bir deyişle, çıkan kaos sonrası bir düzen oluşur; bu karmaşık bir sistemde kaosla düzenin birlikte yaşadıklarını bize açıklayan somut bir örnektir. Gediz Akdeniz, kaos kuramı’nın sosyal dönüşümlerle paralelliğini belirginleştirerek “Çevremiz değişimlerin, dönüşümlerin ve evrimin habercileri ile dolu. Kendilerinin haberci olduğunu bilmeyen bu habercilerden farkında olmadan etkileniyoruz. Bu haberler sonrası içimizde oluşan göremediğimiz, dokunamadığımız ve hissetmediğimiz kırılmalar (kaos eşiği) sonrası değişimin, dönüşümün ve evrimin nedenleridir.” diyor. Kaotik şiirin “geridönüşsüz” bir değişim yaratma gücünü bu anlamda çok önemsiyorum.
12. Karmaşa şiirinizle manifestonuzun birbiriyle alışveriş içinde olduğunu düşünüyorum.
“Planlı bir ölüm için
Çürümenin, çökmenin içinden
geçen sesleri yut
Uğultuların uğursuz sarsıntısını sar bana
Bende kara kabuklu hayvanların inceliği var” (Karmaşa, s. 5)

Neden sadece “ölüm” değil de “planlı bir ölüm”?

Çünkü doğal yollarla ölüm artık pek rastlanan bir şey değil. Tekno – endüstriyel uygarlığın bizi getirdiği nokta, “kanserde erken teşhisin önemi” ile teselli bulmak oldu.

13. Düzensiz’in ikinci bölümü Fedor serisine geri dönüyor: Fedor’un eğrisi. Oysa ters düşünce’nin son şiiri Son söz’le bu seriyi kapatmaya karar vermiş gibiydiniz. Neden devam etme ihtiyacı hissettiniz?
Fedor’un ne zaman, nerede ortaya çıkacağı belli olmuyor. Bu da Fedor’un özgürlüğü diyelim.

14. Nuh şirinizi hayvan adlarıyla başlayan şiir seriniz takip ediyor. Hayvanların hem sizin şiirinizle hem genel olarak şiirle ve imgesel olanla ilişkisi nedir?
İnsan merkezci ve türcü zihniyetle şekillendirilmiş bir dünyanın içinde yaşıyoruz. Mezbahalarla dolu bir dünyada, sadece insanın insanı sömürmesine çözüm arayanların bizatihi sömürünün unsuru oldukları ortada. Doğal yaşama karşı, insan’ın yarattığı baskı ve zorbalığın ortadan kalkmadığı bir gezegende pek fazla zamanımızın kalmadığı açık.
Benim durduğum nokta; sömürünün, işkencenin, ayrımcılığın, zorbalık ve tahakkümün sadece insana yönelik olan biçimine karşı çıkanlara da karşı olma noktasıdır. Çünkü ayrımcılığa karşı olanların; ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, mezhepçiliğe karşı mangalda kül bırakmayanların, iliklerine kadar türcü olduklarını yaşamın her alanında görmek mümkün. İşçi sınıfının haklarını iyileştirmenin ölçüsü, onların tabağındaki et miktarıyla belirlendiği sürece, kimse sömürüye karşı olduğundan söz edemez. Sağda ve solda aynı ölçüde üretilen türcü faşizmin tek hedefi olan hayvanlar da, “insanlık” denen ucubeye karşı tavır da şiirlerimde her zaman yer alacak.

15. Her iki kitabınızda da çok az istisna dışında neredeyse hiç yer ismi geçmiyor ve zaman bildirilmiyor. Uzam ve zaman neden şiirinizin dışında?
Zamanın bulunmadığı kökenimizden kopuş, suların ve karaların herkese ait olduğu, sınırların çizilmediği o altın çağın yerle bir edilmesine açılan yolun ilk adımıydı. Doğal dünyanın insan eliyle öldürülmeye başlaması, “ilerleme” dediğimiz yıkımın zaman kavramıyla kol kola yürümesine denk düşer. “Tarih doğanın inkârıdır” diyen Marcuse insanı insan olmaktan çıkaran bu “ilerleme” kavramının sakatlığını en açık biçimde ortaya koyar. Parçalanıp sınırlarla ayrılmış bir yer yüzü ve zaman, dünyanın doğal varlığına ait değildir. Tahakkümün, mülkiyetin, iş bölümünün yapay, sembolik bileşenleri ancak uzam ve zaman varsa, var olacaktır. Bu yüzden şiirimde yoklar.
Şunu da söylemek isterim, bunu fark eden, dile getiren ilk siz oldunuz. Dikkatiniz için teşekkür ederim, ayrıca bu müthiş sorular için de teşekkürler.

16.

“Sen de ölecekmişsin sonra
Kendini bekleyerek
Bir uzun ırmakta
Sen de, parmaklarının soğuk uçlarında
Ağrılı dokunuşlar, akışı yavaş kan ve gürültüyle
Sesine öngörülmeyen bir ivme sarınca

Bazı sözler kapalıdır içine”

En sevdiğim dizeleriniz. Çok teşekkür ederim Elif Sofya.

Biri Dergi / Sayı:10 










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder